Abdülhamid’den bugüne Yörüklerin iktidarla sınavı

(Sultan II. Abdülhamid döneminde saray ressamı olan İtalyan Fausto Zonaro’nun 1901 tarihli ‘Ertuğrul Süvari Alayı Köprüde’ adlı tablosu. Ertuğrul Süvari Alayı, Sultan II. Abdülhamid tarafından Söğüt ve çevresindeki Karakeçili Yörüklerinden seçilen gençlerden oluşturulmuştu.)
Söğüt’ten Ahlat’a, Toroslar’dan Ege ovalarına Anadolu’nun dört bir yanındaki Yörük-Türkmenler şatafatlı kutlamalar ve görkemli festivallerin gölgesinde iktidar ve muhalefetin oy deposu olarak görülüyor…
Yusuf Yavuz
Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesinin ardından gelen Fetret dönemi sonrasında Osmanlı hanedanı köklerini Ertuğrul Gazi’ye ve Kayı Boyuna dayandıran destansı tarih kitabı yazmak zorunda kaldı. Toprak ve güç kaybı yaşayan Sultan II. Abdülhamid, güvenlik korkusunun da etkisiyle Söğüt ve çevresindeki Karakeçili Yörüklerinden oluşan Ertuğrul Süvari Alayı kurarak çökmekte olan imparatorluğun köklerine atıf yaparak yükselen milliyetçi dalgadan yararlanmak istemişti. Bugün de Söğüt’ten Ahlat’a; Toroslar’dan Ege ovalarına Anadolu’nun dört bir yanındaki Yörük-Türkmenler şatafatlı kutlamalar ve görkemli festivallerin gölgesinde iktidar ve muhalefetin kıskacına alınıyor. Yüzlerce yıldır egemenlerin siyasetinin kenar süsü olarak görülen ve ancak zora düşüldüğünde, çökerken ya da bocalarken hatırlanan Yörükler, bugün de siyasetin oy deposu olarak görülüyor. Gerçeği yok oluşun eşiğindeyken sahtesine milyonlar harcanan bir kültür, gözlerimizin önünde tükeniyor…
Son yıllarda adı sıklıkla gündeme gelen Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid, iktidarı süresince hep kuşkulu ve endişeli bir hayat yaşamıştı. Bu korku öyle bir boyuta çıkmıştı ki, Yıldız Sarayı’nın çevresinde alınan güvenlik önlemlerinin yanında imparatorluk topraklarının dört bir yanından toplanan istihbarat bilgilerinin temelinde de kimi tarihçilere göre paranoya boyutuna varan güvenlik endişesi yatıyordu. Anadolu Selçuklu Devletinin 1243’te Moğollara karşı Kösedağ’da aldığı ağır yenilginin ardından Selçuklu sultanları Moğolların güdümüne girmiş, halk ağır vergilere maruz kalmıştı. Anadolu’daki Türk varlığını ise Türkmen beylikleri ve Ahiler korumuştu. Bu dönemde bugün halen konuştuğumuz Anadolu Türkçesinin varoluş mücadelesini de yine beylikler verecekti.

(Esaret altında tutulan Bayezid’in resmedildiği bir tablo. Stanislaw Chelbowski,1878)
Selçuklu’nun dağılmasının ardından beylikler arasında da zaman zaman çatışmalar, kimi zaman da işbirliği yaşandığı görülür. Osmanlıların 14. Yüzyılın sonlarına kadar Batı Anadolu’daki birçok beyliği egemenliği altına alarak Anadolu’da birliği sağlama çabaları, 1402’de Yıldırım Bayezid ile Timur arasındaki Ankara savaşının ardından uğranan yenilgiyle yerini fetret dönemine bırakır. Osmanlı ordusundaki bazı birliklerin Timur’un saflarına geçmesinin ardından Bayezid’in esir düşmesiyle sonuçlanan bu ağır yenilgi, Beyliklerinin egemenlik alanlarına yeniden hâkim olmalarının da önünü açar.
OSMANLI HANEDANI KÖKLERİNİ ARIYOR
Bazı kentler yağmalandığı gibi Anadolu’daki siyasi birliğin de bozulmasına yol açan bu sürecin ardından yeniden toparlanma ve birliği sağlama çabaları, Osmanlı egemenleri arasında yeni bir tartışmayı da beraberinde getirir. Kardeşler arasında sürüp giden iktidar kavgalarından galip çıkan Mehmet Çelebi, II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerinde (1400 ila 1484) yaşadığı tahmin edilen Aşıkpaşazade (Derviş Ahmed Âşıki), ilk neşredilmesi 1492’ye tarihlendirilen eserinde, Osmanlı hanedanının soyunu Süleyman Şah’tan itibaren destansı bir dille Osmanlı toplumunun ortalama okuryazar kesimine anlatır. Tarihin ve siyasetin garip bir cilvesi olarak kendisi de bir Vefai Dervişi olan ve 1239-40 döneminde yaşanan Babai İsyanının önderi Baba İlyas Horasani’nin soyundan gelen Aşıkpaşazade, Süleyman Şah, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve kendi yaşadığı dönemin padişahlarını II. Bayezid’e kadar nazım türünde şiirlerin serpiştirildiği bir kahramanlık öyküsü gibi ele alır. Arada kimi vezirleri de eleştirir.
GÜÇ KAYBETTİKÇE OĞUZLARA SARILAN İKTİDAR
Ankara Savaşı’na kadar Osmanlı hanedanı yönünü Balkanlara ve Avrupa topraklarına çevirmiş bir gaza devletiyken, Timur karşısında alınan ağır yenilginin yarattığı travma sonrası doğuya doğru seferler yapılmasının nedenlerinden biri olmuştur. Yenilgi ve güç kaybı, kurucu unsur olan Oğuz boylarının ve destansı geleneğinin yeniden anımsanmasına neden olmuştu. Bir başka deyişle bir süreliğine de olsa Osmanlı hanedanı fabrika ayarlarına geri dönme ihtiyacı duymuş, bugün bile “Osmanlı hakkında yazılan ilk kitap” olarak tanıtılan Aşıkpaşazade’nin hanedanın soyunu ve savaşlardaki kahramanlıklarını anlattığı kitabı bu ihtiyacı karşılamayı amaçlamıştır.
HALİL İNALCIK: ‘KAYI NAZARİYESİ TAMAMEN MASALDIR’
Tarihçi Halil İnalcık, 2009’da katıldığı bir televizyon programında, yine bu dönemde II. Murad’ın isteği üzerine Yazıcızade Ali tarafından kaleme alınan ve 1436-37’de tamamlanan ‘Tevârih-i Âl-i Selçuk’ adlı kitabın da benzer bir işlevi olduğunu dile getirmiştir. İnalcık, II. Murad döneminde ordusuyla Doğu Anadolu’ya gelen Timur’un oğlu Şahruh’un II. Murad’ı küçük görüp tehdit ederek kendisine bağlılık sembolü olarak bir hilat gönderdiğini ve Osmanlı padişahının da korkudan bu hilat’ı giydiğine değinerek, “O zaman Osmanlılar oldukça kudretli bir devlet sahibi. Dediler, biz kendi neslimizi yüceltelim. Onun için sarayla ilişiği olan Yazıcızade Ali, Tevârih-i Âl-i Selçuk’unda Osmanlıları Oğuzhan’ın büyük oğlu Günhan’ın soyundan getiriyor. Onun oğlu da Kayı’dır. Oğuzhan, Günhan, onun oğlu Kayı. Osmanlı’yı Kayı kabilesine bağlayarak Osmanlılar büyük Oğuzhan’ın neslinden geldiklerini ispat etmek istediler. Kayı nazariyesi, tamamen masaldır. Siyasi bir maksatla yapılmıştır. Bunu da bu fakir yazdı, fakat okumuyorlar…”
OSMANLI ZAYIF DÜŞÜNCE SIĞINDIĞI OĞUZLARI GÜÇLENİNCE EZDİ
Ancak daha sonraları yeniden güç kazanan ve Anadolu’daki Yörük-Türkmen taifesi üzerinde ağır baskılar kuran Osmanlı hanedanı; 15. Yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar çıkan birçok isyanı ağır şekilde kanla bastıracaktı. Güç kaybettiği dönemlerde kendi soyunu ve şeceresini Kayı Boyu ve Oğuzlara bağlayan Osmanlı, güçlendiği zamanlarda ise Oğuz atanın torunlarına zulüm yapmaktan geri durmuyordu.

(Söğüt’te Ertuğrul Gazi türbesinde Karakeçili Yörükleri, 19. yüzyılın sonları)
ABDÜLHAMİD KARAKEÇİLİ YÖRÜKLERİNDEN ERTUĞRUL ALAYI KURDU
19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Avrupa’daki yenilikler ve sanayileşme sonrası bunlara uyum sağlayamadığı için ve yükselen milliyetçilik dalgası karşısında güç ve toprak kaybeden Osmanlı hanedanı, bir kez daha çareyi köklere geri dönmekte bulacaktı. Sultan II. Abdülhamid’in 1886’da kurduğu ‘Ertuğrul Süvari Alayı’ bu girişimin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Daha önce Arnavut, Arap ve Dağıstanlı muhafızların koruduğu sarayın koruma ordusuna hem yükselen milliyetçilik ve İslamcılık siyasetinin bir parçası olarak hem de bugünkü iktidarın kullandığı “yerli ve milli” sloganının bir benzeri şeklinde köklere dönüş mesajı verecek olan Karakeçili Yörüklerinden seçilen Ertuğrul Süvari Alayı da eklenecekti.

(Ertuğrul Gazi’ye bağlılıklarını hiç unutmayan Karakeçililerin Söğüt’te her yıl yaptıkları buluşmalar, Sultan II. Abdülhamid döneminde sarayın da ilgisini çekecekti. 1886’dan bir görüntü)
‘ERTUĞRUL ALAYINA İHDA İLE İFTİHAR EDERİZ’
Adını Ertuğrul Gazi’den alan alayın askerleri, Söğüt ve çevresinde yaşayan Karakeçili Yörüklerinden seçiliyordu. Sultan II. Abdülhamid, 30 Nisan 1886 Cuma günü Yıldız Hamidiye Camii’nde gerçekleşen Ertuğrul Süvari Alayı sancak teslim töreninde Karakeçili Yörüklerinden oluşan askerlere şöyle seslenmişti: “Asker Evladımız! Hassa Birinci Ordu-yı Hümâyunumuz alaylarından mâdud olmak üzere müceddiden bir süvari alayı teşkilini arzu eylediğimizden nam-ı cedd-i emceddimiz Ertuğrul Han Gazi Hazretlerine mensup olarak iş bu süvari alayını teşkil eyledik. Cümle efrâd-ı seciyye ve sadıkasını selâm-ı şâhânemizle taltif ve tesrir eyleriz. Avn-i Hakk ve tevcihat-ı cenâb-ı peygamber-i asdıka ile böyle bir alayın teşkiline muvaffakiyetimizden dolayı Cenâb-i Rabbü’l Alemine arz-ı Muhammed ile beraber nam-ı hümâyunumuza mensup iş bu cami-i şerif havalisinden kendi yed-i şâhânemizle bu sancağı aliyye-i Ertuğrul Alayına ihdâ ile iftihar ederiz.” *
(Yıldız Sarayını ve Sultan II. Abdülhamid’in korunmasını üstlenen Ertuğrul Süvari Alayı Davutpaşa Kışlasına yerleştirilmişti.)


(Sultan II. Abdülhamid döneminde saray ressamı olan İtalyan Fausto Zonaro’nun 1901 tarihli ‘Ertuğrul Süvari Alayı Köprüde’ adlı tablosu. Ertuğrul Süvari Alayı, Sultan II. Abdülhamid tarafından Söğüt ve çevresindeki Karakeçili Yörüklerinden seçilen gençlerden oluşturulmuştu.)
SARAY RESSAMI ZONARO’NUN ÜNLÜ ERTUĞRUL ALAYI TABLOSU
Sultanın sarayını ve selamlık kortejini koruyan Ertuğrul Süvari Alayı, ilerleyen dönemde törenlerde de boy gösterecek, hanedanın köklere dönüş siyasetinin halk nezdinde propaganda aracı olacak bir malzemeye dönüşecekti. Sultan II. Abdülhamid döneminde saray ressamı olan İtalyan Fausto Zonaro’nun 1901 tarihli ‘Ertuğrul Süvari Alayı Köprüde’ adlı tablosu bu bakımdan önemlidir. Zonaro, tamamı beyaz atlı süvarilerden oluşan Ertuğrul Alayı’nın Galata Köprüsü’nden geçişini resmetmiştir.
(Söğüt’teki Ertuğrul Gazi Türbesi’ne Sultan II. Abdülhamid döneminde yaptırılan misafirhane ve mescit.)


SARAYIN GÖNÜLLERİNİ OKŞADIĞI KARAKEÇİLİLER
Sultan II. Abdülhamid döneminde Ertuğrul Gazi’ye ve Karakeçili Yörükleri’nin sadakati, yiğitliği ve aidiyet bağı kurulan Ertuğrul Süvari Alayı’na ilk seçilen Karakeçili Yörüklerinden askerlerin Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesinde yemin ederek göreve başladıklarını aktarır kaynaklar. Sultan II. Abdülhamid’in “Öz hemşehrilerim” diyerek bağ kurmaya çalıştığı Söğütlü Karakeçili Yörükleri’nden seçilen Ertuğrul Alayı’nın askerleri, yine o dönemlerde Güneydoğu’da kurulan Hamidiye Alayı mensuplarının bazı vergilerden muaf tutulduğunu öğrenince resmi bir yazı ile Padişah’a başvurmuşlar, kendilerine verilen cevapta devlet hizmetinde devamlı ve sürekli oldukları belirtilmiş ve ‘özel’ olarak seçildiklerinin altı çizilerek gönülleri okşanmakla yetinilmiştir.**
(Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesinden iç ve genel görünüm. 19. yüzyılın sonları.)


YENİ DOĞAN TORUNA ‘ERTUĞRUL OSMAN’ ADI VERİLİYOR
Sultan II. Abdülhamid döneminde Türklük ve Yörüklük üzerinden kurulan bu bağ, aynı zamanda Ertuğrul Gazi türbesinin bulunduğu yerde bir misafirhane, mescit ve karakol inşa edilmesine, türbe ve çevresinin onarılmasına neden olmuştur. 1912 yılında doğan Osmanlı Şehzadesi ve Sultan II. Abdülhamid’in torununa ‘Ertuğrul Osman’ adının verilmesi de bu dönemin atmosferinin bir sonucudur. Dönemin ekâbiri arasında, “biz tam bitti derken yine başa döndük” esprileri de hanedanın uzun tarihine işaret eder. Tıpkı bugün Malazgirt Zaferi üzerinden Bahçeli ve Erdoğan’ın Ahlat’ta zaferin her yıldönümünde buluşması ve tarihin gündelik siyasetin popüler bir aracı olarak kullanılması Osmanlı hanedanının izlediği yolun devamı niteliğindedir.
(Söğüt’te Ertuğrul Gazi türbesinde bir araya gelen Karakeçililer ve anma etkinlikleri, altta. Mevlevi dervişlerinin de törenlerde yer alması dikkat çekiyor.1886)


KARAKEÇİLİLERİN DAĞLARI YERLE TARUMAR EDİLİRKEN
Bugün Karakeçili Yörüklerinin yaşadığı Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Aydın, Manisa, Kırşehir ve Kırıkkale gibi illerde yaşam alanları ya vahşi madencilik ya da enerji projeleri gibi başka yıkıcı uygulamaların baskısı altında. Hayvancılık ve tarımsal üretim can çekişiyor. Yüksek girdilerin altında ezilen üretici buğdayını, zeytinini, üzümünü, elmasını ve kirazını hak ettiği değerden satamıyor. En temel insan haklarından olan eğitim, sağlık ve sağlıklı bir çevrede yaşama, sağlıklı ve ucuz gıdaya erişebilme hakkından mahrum olan milyonlarca insan, Yörük ya da Türkmen, Arap ya da Kürt olup olmadığına bakılmaksızın; dünyanın en bereketli topraklarında akıl dışı politikaların sonucu ortaya çıkan sefaleti eşit şekilde paylaşıyorlar. Halkın büyük bir kesimi yoksulluk sınırının altında, bir kısmı da açlık sınırının altında yaşarken; son yıllarda tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi iktidarın ve egemenlerin siyasi kaygılar ve bir yönetme, gönül alma, gaz alma aracı olarak halkın kendi kendine buluşup kültürünü yaşatmayı amaçladığı şenlikleri mesken tutması giderek çığırından çıkıyor.

(Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesinin yanında Sultan II. Abdülhamid döneminde yapılan karakolhane. Altta, türbenin giriş kapısı)

İKTİDARINDAN MUHALEFETİNE YÖRÜK PAZARINDAN OY KAPMA YARIŞI
Boyunlarına birer puşi ve yağlık bağlayıp, ayaklarına körüklü çizme ve kilot pantolon-şalvar geçirip, ellerinde iri taneli tespihleri çeke çeke festivallerde boy gösteren siyasi figürlerin başında her partiden siyasiler ile yerel yönetimlerin yetkilileri geliyor. Batı Anadolu’da artık neredeyse Yörük festivali ya da Yörük göçü organize etmeyen il, ilçe, kasaba belediyesi kalmadı. Geçmişte derneklerin, köyün önde gelenlerinin ‘komite’ kurup kıt kanaat olanaklarla düzenlediği ve gerçekten de kültüre hizmet etmeyi, bu geleneği yeni kuşaklara aktarmayı hedefleyen iyi niyetli girişimlerine siyasilerin birer birer dâhil olmasıyla şenlikler-şölenler, toylar festivale, seyirlik oyunlar devasa bütçeli konserlere, sohbetler ve dertleşmeler sempozyumlara dönüştü. Kuşkusuz bu dönüşümün iyi ya da kötü yanları vardır ancak ortalık öyle toz duman hale geldi ki; iktidarından muhalefetine hemen bütün siyasi oluşumlar bu Yörüklük pazarından oy kapma yarışına girdi.
(Karakeçili Yörükleri Söğüt’e gitmek üzere Bilecik Hükümet Konağı önünden törenle uğurlanıyor.)



(Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesi, sanduka)
ÖLÜM GİBİ BİR ŞEY OLDU AMA IRMAĞININ AKIŞINA KİMSE ÖLMEDİ
Milyonlarca lira bütçelerle yapılan ancak kültürel yozlaşmayı köpürtmekten başka bir amaca hizmet etmeyen festivaller ve sahte Yörük göçlerinin, gerçeği yok olurken sanal olanla avunma duygusu yaratması da ancak siyasilerin kazanç hanesine yazılıyor. Bu güzel toprakların ırmakları birer birer kirlenip, kelepçe vurularak kurutulurken kimse ırmağının akışına ölmüyor. Dalaman Çayı’nın, Köprüçay’ın, Sakarya’nın, Ceyhan’ın, Seyhan’ın suyu kirletilip balıkları ölürken bu suların kıyısında soluklanan birkaç insanın dışında kimsenin sesi çıkmıyor. Bir zamanlar her ovasında on binlerce koyun, her yaylasında on binlerce keçinin dolaştığı bu coğrafyanın kilimleri tarihten silinirken kimse artık heybesinin nakşına ölmüyor. İktidarıyla, muhalefetiyle siyasilerin ön saflarda boy gösterdiği festivallerde eğer nerede bir yıkım, nerede canı yanmış bir halk, nerede üretim alanları elinden alınan bir insan topluluğu varsa ve eğer onların derdine derman olacak şekilde yürüyüp, göçüp-konarak yanlarına varılamıyorsa kazanan sadece puşi tüccarları ve siyasiler olacak…
(Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Malazgirt Zaferinin yıldönümü kutlamalarında Ahlat buluşmasından görüntüler.):



(*) (**): ”II. Abdülhamid Döneminde Kurulan Muhafız Birliği: Ertuğrul Süvari Alayı” Sefa Dirgen, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Bölümü. ‘SAVSAD Savunma ve Savaş Araştırmaları Dergisi, Haziran 2023) Milli Savunma Üniversitesi’nin de yayımladığı yüksek lisans tezinden derlenen makalenin tamamını okumak için: https://savsad.kho.msu.edu.tr/arsiv/2023_1/7.pdf
Arşiv fotoğraflar: Yıldız Albümleri, İ.Ü arşivi. (19. Yüzyılın sonlarında bugün Bilecik’e bağlı olan Söğüt’teki Ertuğrul Gazi türbesi ve çevresiyle Karakeçili Yörüklerinden oluşan Ertuğrul Süvari Alayı.)