Su krizinin görünmeyen yüzünde ağır kirlilik var!

(Antalya’nın tatlı su kaynaklarından biri olan Düden Çayı yıllardır kirlilik sorunuyla gündeme geliyor. Fotoğraf: Yusuf Yavuz arşivi)
Türkiye’de belediyeler atıksuyun yalnızca yarısını gelişmiş arıtmaya tabi tutuyor. Yüzde 27’si biyolojik arıtmadan geçen atıksular, suların daha çok kirlenmesine neden olurken değişen iklim ve nüfus artışıyla birlikte Türkiye su kriziyle karşı karşıya kalabilir…
Yusuf Yavuz
Türkiye’de kişi başına düşen tatlı su miktarı son 60 yılda neredeyse dörtte bire indi. Türkiye artık ‘su stresi’ yaşayan ülkeler arasında. Kimi uzmanlara göre ise su fakiri kategorisindeyiz. Ancak su krizinin tartışılmayan bir başka yanı ise su kirliliği ve bozulan su döngüsü. Su krizinin önüne geçmek için kıtlık, kirlilik ve iklim değişikliği boyutlarını birlikte düşünmek gerektiğini dile getiren Dr. Akgün İlhan, arıtılmadan doğaya bırakılan atıksuların daha çok kirliliğin yanı sıra ekosistemin bozulmasına neden olarak halk sağlığını da tehdit ettiğini dile getirdi. İlhan, İklim Masası için yaptığı değerlendirmede, “Bütün dünyada, endüstriyel ve kentsel atıksuyun yüzde 80’i, herhangi bir ön arıtmadan dahi geçmeksizin doğaya bırakılıyor. Kirlilik söz konusu olduğunda Türkiye’de de durum çok farklı değil. Ülkemizde belediyeler, toplam atıksuyun yaklaşık yüzde 88’ini arıtsa da, bu atıksuyun yalnızca yarısı gelişmiş arıtmaya tabi tutuluyor. Atıksuyun yüzde 27’si biyolojik arıtmadan geçerken, yaklaşık yüzde 22’si, arıtmanın ilk aşaması olan fiziksel arıtmadan geçiyor” bilgisini aktardı.

(Dr. Akgün İlhan, çevre bilimleri, su politikaları ve iklim konusunda çalışmalar yapıyor)
Çevre bilimleri ve su politikaları yönetimi üzerine çalışmalar yapan Dr. Akgün İlhan, İklim Masası için su krizinin tartışılmayan yönlerine ilişkin bir değerlendirme yaptı. İklim duyarlı su yönetimi; Kentsel su yönetimi; Katılımlı su yönetimi; Su politikaları ve Su hakkı konularında çalışmalar yapan İlhan, “İstanbul barajlarının doluluk oranları gibi çeşitli vesilelerle sık sık tartışılan su kıtlığı, aslında su krizinin yalnızca bir boyutu” değerlendirmesinde bulundu.

(Türkiye’de son yıllarda önemli ölçüde sulak alan kaybı yaşandı. Hatalı su politikaları, kötü arazi kullanımı ve plansız yapılaşma gibi nedenler suyun avuçlarımızın arasından kayıp gitmesine neden oluyor.)
TÜRKİYE’DE KİŞİ BAŞINA DÜŞEN TATLI SU MİKTARI DÖRT KAT AZALDI
Yağmurun yağmadığı, göl, baraj ve akarsuların suyla dolmadığı kurak bir dönemde, su kıtlığından söz edilebileceği gibi, suyun bol miktarda bulunmasına rağmen kirli olduğu durumlarda da susuzluktan söz edilebileceğini kaydeden Dr. Akgün İlhan, “Nitekim su krizi, suyun kıtlığıyla ilgili olduğu kadar kirliliğiyle de ilgili bir olgudur. Artık ‘su stresi’ yaşayan bir ülke olarak sınıflandırılan Türkiye’de de kişi başına düşen tatlı su miktarı, geçtiğimiz 60 yılda neredeyse dört kat azaldı. Bunun sebebi Türkiye’deki yüksek nüfus artışı. Ancak, suyun sadece miktarına odaklı bir indeksin işaret ettiğinden çok daha büyük sorunlarla karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı.

(Isparta Çayı yıllardır kentin atık sularının deşarj edildiği bir su kaynağı. Antalya için içme suyu rezervi olarak görülen Karacaören Barajı’na ulaşan kirli sular çevreyi ve halk sağlığını tehdit etmeyi sürdürüyor. Yusuf Yavuz arşivi)
DÜNYADA ATIKSULARIN YÜZDE 80’İ ARITILMADAN DOĞAYA BIRAKILIYOR
Türkiye’de atık suyun beşte birinin yalnızca ön arıtmadan geçtiğini vurgulayan İlhan, İklim Masası için yaptığı değerlendirmede şunları kaydetti: “Hem temel ihtiyaçları gidermek hem de ekonominin istisnasız her sektöründe üretim yapmak için kullanılan sular, kirlenerek atık suya dönüşüyor. Arıtılmadan doğaya bırakılan atık su, daha fazla suyun kirlenmesine, canlı ve cansız varlıklarıyla su ekosistemlerinin bozulmasına neden oluyor ve halk sağlığını tehdit etmeye başlıyor. Bütün dünyada, endüstriyel ve kentsel atık suyun yüzde 80’i, herhangi bir ön arıtmadan dahi geçmeksizin doğaya bırakılıyor.

(Isparta Çayı yıllardır kentin atık sularının deşarj edildiği bir su kaynağı. Antalya için içme suyu rezervi olarak görülen Karacaören Barajı’na ulaşan kirli sular çevreyi ve halk sağlığını tehdit etmeyi sürdürüyor. Yusuf Yavuz arşivi)
TÜRKİYE’DE ATIK SULARIN YARISI GELİŞMİŞ ARITMADAN GEÇİYOR
Kirlilik söz konusu olduğunda Türkiye’de de durum çok farklı değil. Ülkemizde belediyeler, toplam atık suyun yaklaşık yüzde 88’ini arıtsa da, bu atık suyun yalnızca yarısı gelişmiş arıtmaya tabi tutuluyor. Atık suyun yüzde 27’si biyolojik arıtmadan geçerken, yaklaşık yüzde 22’si, arıtmanın ilk aşaması olan fiziksel arıtmadan geçiyor. Başka bir ifadeyle, toplam atık suyun yaklaşık yüzde 43’ü gelişmiş arıtmadan geçerken, beşte biri ise yalnızca ön arıtmaya tabi tutuluyor. Bu durumun sonuçlarına, 2021 Marmara Denizi müsilaj felaketiyle tanık olduk. Bunun yanı sıra, Türkiye genelinde göllerde ve sulak alanlarda da su kalitesinde bozulma, su miktarında azalma ve biyoçeşitlilikte düşüşler gözlemleniyor.”

(Türkiye’nin en büyük ikinci tatlı su gölü olan Eğirdir Gölü yıllardır aşırı su çekimi ve kirlilikle boğuşuyor. Kuraklık tehdidi altındaki göl adeta ölüm döşeğinde ancak bu konuda radikal önlemler alınması yerine sorunun üzerini örten açıklamalarla yetiniliyor. Fotoğraf: Yusuf Yavuz arşivi)
TÜRKİYE’DE SUYUN YÜZDE 77’Sİ TARIMSAL AMAÇLI KULLANILIYOR
Azalan su değil, ‘temiz su’ olduğunu dile getiren İlhan, su kirliliği söz konusu olduğunda, tarım sektöründen kaynaklanan kirliliğin büyük önem taşıdığını belirterek, “Tarım sektörü, küresel su kullanımının yaklaşık yüzde 70’inden sorumlu. Türkiye’de de toplam su kullanımının yüzde 77’si, tarımsal sulama amaçlı yapılıyor. Ayrıca bu sektörde kullanılan agrokimyasallar, sedimanlar ve tuzlanmış drenaj suları, ciddi bir kirlilik kaynağı oluşturuyor. Kirlilik öyle boyutlarda ki, Afrika, Asya ve Güney Amerika’nın neredeyse tüm nehirlerinde, su kalitesi bozulmuş durumda. Özetle, su krizinden bahsedilirken karşı karşıya olduğumuz tek sorun erişilebilir su miktarındaki azalma değil, aynı zamanda temiz suyun da azalması” görüşünü kaydetti.

(Eğirdir Gölü ile Milli Park statüsündeki Kovada Gölü arasındaki Kovada Kanalı, çevredeki tarımsal üretimden kaynaklı kirlilikle boğuşuyor. Yusuf Yavuz arşivi)
YILDA 829 BİN İNSAN KİRLİ SU KAYNAKLI HASTALIKTAN ÖLÜYOR
Dünya geneline bakıldığında temiz suya erişimin ciddi bir sorun olduğunun görüldüğünü belirten Dr. Akgün İlhan, yakın zamanda yayınlanan Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre, 2022 yılında, dünya nüfusunun yüzde 27’si güvenilir içme su hizmetinden mahrum kalırken, yüzde 43’ünün ise güvenilir atıksu hizmeti alamadığını kaydetti. Her sene, kirli su kaynaklarını kullanmak zorunda kalan yaklaşık 829 bin insan, ishalli hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiğine de değinen İlhan, iklim değişikliğinin su döngüsünü de bozduğunu belirterek şunları dile getirdi:

(Kovada Gölü Milli Parkı’ndan bir görünüm. Koruma statüsüne rağmen korunamayan göldeki kirlilik yıllardır çözülemiyor. Yusuf Yavuz arşivi)
UYUMSUZ YAPILAŞMA VE ARAZİ KULLANIMI SU DÖNGÜSÜNÜ BOZDU
“Su krizinin bir diğer boyutu ise küresel ısınma ile beraber gelen iklim değişikliği. Gezegenimizin, Sanayi Devrimi öncesine göre yaklaşık 1,2 °C daha ısınmış olması, yağış rejimlerini değiştiriyor ve su döngüsünü bozuyor. Suyun gaz haline geçerek atmosfere ulaşması ve oradan tekrar yoğunlaşarak yeryüzüne inmesi sürecine, su döngüsü deniyor. İklim değişikliği nedeniyle aylarca yağmayan yağmurun saatler içinde yeryüzüne düşmesi sellere sebep oluyor; can ve mal kayıpları kaçınılmaz hale geliyor. Aşırı yağışların yanı sıra, iklim değişikliğiyle uyumsuz yapılaşma ve arazi kullanımı nedenleriyle de ortaya çıkan bu afetler, bozduğumuz su döngüsünün en çarpıcı sonuçları. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre, 1970 ve 2019 yılları arasında iklim afetleri tam beş kat arttı. Giderek daha sık karşı karşıya kaldığımız seller, can, mal ve toprak kaybına sebep olmakla kalmıyor. Bunun yanı sıra, çevrede bulunan patojenleri nehirlere, kıyı sularına ve kuyulara taşıyor; nehirlerin akışını ve içeriğini değiştiriyor; kanalizasyon ve atıksu arıtma tesisleri üzerindeki yükü artırarak içme suyunun kirli suyla karışmasına neden oluyor; su baskınlarıyla insanları doğrudan patojenlere maruz bırakıyor.”

(Antalya’da Boğaçay kıyısından bir manzara. Yetersiz denetim ve ihmal yüzünden sulak alanların ve derelerin önemli kısmında benzer görüntüler yaşanıyor. Yusuf Yavuz arşivi)
TÜRKİYE’Yİ DAHA SICAK VE KURAK GÜNLER BEKLİYOR
İklim değişikliğiyle birlikte sudaki kirletici yoğunluğunun arttığını vurgulayan İlhan, Türkiye’nin daha sıcak, kurak ve değişken bir iklime sahip olacağı yakın gelecekte su yeterliliği açısından da ciddi sorunlarla karşılaşılacağına işaret ederek, “Nitekim kuraklık ve sıcak dalgaları, yüzey sularının beslenememesine ve aşırı buharlaşma sonucu su kaybı yaşanmasına neden oluyor. Bunun sonucunda, suya en çok ihtiyaç duyulan sıcak aylarda, su kıtlığı yaşanabilir. Mesela buzullarda ve kar örtüsünde depolanan su kaynaklarının azalması, özellikle sıcak ve kurak dönemlerde, erime suyla beslenen bölgelerde suyun kıtlaşmasına sebep oluyor. Buzulların erimesi sonucu deniz suyu seviyelerinin yükselmesi ise, özellikle kıyı bölgelerinde, yeraltı suyunun tuzlanmasını hızlandırıyor ve yine su kıtlığı yaratıyor. Diğer yandan, artan sıcaklıklarla birlikte su kaynağının buharlaşarak azalması, sudaki mevcut kirletici yoğunluğunu oransal olarak artırıyor. Bu, başta balıklar olmak üzere, pek çok su canlısının toplu ölümüne neden olabiliyor” dedi.

(Kirlilik yüzünden zaman zaman yeşil alglerin yarattığı bu görüntüye bürünen Bafa Gölü)
DÜNYADAKİ SUYUN YALNIZCA YÜZDE 2,5’U TATLI SUDAN OLUŞUYOR
Su kıtlığının küresel su krizinin en göze çarpan boyutlarından biri olduğunun altını çizen İlhan, şu bilgileri aktardı: “Dünyada bulunan yaklaşık 1,4 milyar km³ suyun yalnızca yüzde 2,5’u içme, temizlik gibi temel ihtiyaçlarımızda kullanabileceğimiz ve ekonomik üretimde gerekli olan tatlı sudur. Ancak bu miktarın da çok küçük bir bölümü, akarsu, göl ve erişilebilir yeraltı su rezervlerinde bulunuyor. Erişilebilir tatlı su miktarı, dünya nüfusuna bölündüğünde, kişi başına yaklaşık 438 bin m³ tatlı su düşüyor. Bu veri, su stresi yaşanmaması için gereken miktarın yani 1.700 m³’ün çok üzerinde olsa da tatlı suya, gezegenin her yerinden aynı kolaylıkla erişmek mümkün değil. Örneğin Kuveyt’te kişi başına düşen yıllık tatlı su miktarı yalnızca 10 m³ iken, İzlanda ve Kanada gibi ülkelerdeki erişilebilir tatlı su miktarı 100 bin m³ civarında. Kanada ve İzlanda gibi, kişi başına düşen tatlı su miktarı 10 bin m³’ten fazla olan ülkeler, su zengini kabul ediliyor.

(Koruma altında olmasına rağmen korunamayan su kaynaklarından biri olan Antalya’daki Düden Çayı)
KİŞİ BAŞINA DÜŞEN DÖRT BARDAK SU YALNIZCA BİR BARDAĞA İNDİ
Türkiye’de ise kişi başına düşen tatlı su miktarı, son 60 sene içerisinde neredeyse dörtte birine inerek yaklaşık 1.300 metreküpe düşmüş durumda. Bu da Türkiye’yi, su stresi çeken bir ülke yapmaya yetiyor. Dünya geneline baktığımızda da, yaklaşık 2,3 milyar insan, su stresi olan ülkelerde yaşıyor. Ancak su kıtlığının tek nedeni, tatlı suyun dağılımındaki coğrafi farklılıklar değil. Bir ülke su kaynakları bakımından zengin olsa bile, nüfusu yüksekse, kişi başına düşen su miktarı az olabilir. Türkiye’de, kişi başına düşen su miktarında yaşanan keskin düşüşün sebebi de nüfus artışı. Nüfusun büyümesine bağlı olarak artan yapılaşma ve yanlış arazi kullanımları, su kalitesinin düşmesine ve su döngüsünün bozulmasına da neden oluyor.”

(Burdur’daki Akgül, son yıllarda kaybedilen sulak alanlardan biri.)
DÜNYADA 1.2 MİLYAR İNSAN SU HAKKINDAN FAYDALANAMIYOR
Dünya genelinde 1,2 milyar insanın su hakkından faydalanamadığına dikkati çeken Dr. Akgün İlhan, değerlendirmesinde ayrıca şunları dile getirdi: “Farklı durumlarda ise yetersiz yağışlar, su kaynaklarının zaman içinde azalmasına neden olabilir veya nüfusun ve ekonomik faaliyetlerin artmasıyla büyüyen su talebi, su kaynaklarının kapasitesini aşabilir; su altyapıları ve su yönetimi, yetersiz kalabilir. Mesela dünyanın en yoksul 25 ülkesinden biri olan Uganda, su kaynakları bakımından yoksul olmasa da, ülke nüfusunun beşte birinin içecek temiz suya erişimi yok. Nüfusun yarısı ise sanitasyona erişemiyor. Bu ülkede, sürdürülebilir bir su yönetimi ve yeterli yatırımlar ile çözülebilecek, yönetimsel ve ekonomik bir su kıtlığı var.

(Eğirdir Gölü bir içme suyu kaynağı ancak koruma statüleri ve özel hükümlere rağmen göl bir türlü korunamıyor.)
GÜNLÜK 50 İLA 100 LİTRE TEMİZ SU HER İNSANIN HAKKI
Hangi sebeple olursa olsun, su kıtlığı nedeniyle dünya genelinde 1,2 milyar insan, BM üyesi 193 ülke tarafından 10 yıl önce kabul edilen su hakkından yeterince faydalanamıyor. Evlerinde veya barınaklarında su olmayan bu insanlar, uzun mesafelerden su taşımak zorunda kalıyorlar. Oysa, yine BM’nin tanımına göre, kişinin ekonomik gelirinin yüzde 3’ünü aşmayan fiyatta ve taşınması 30 dakikayı bulmayan mesafede günlük 50 ila 100 litre temiz su, her insanın hakkıdır.”

(Afyonkarahisar’daki Eber Gölü de son yıllarda büyük ölçüde kuruyan göllerden biri)
SU KRİZİ, İKLİM KRİZİYLE BİRLİKTE BÜYÜYOR
2000’li yıllara kadar yoksul ülkelerin sorunu olarak kabul edilen su krizinin, iklim değişikliğiyle birlikte, ABD, Avustralya, Büyük Britanya ve Japonya gibi gelişmiş ülkelerin de en önemli meselelerinden biri haline geldiğine değinen İlhan, sorunun çözümü için yapılması gerekenlere de değindiği değerlendirmesinde şunları kaydetti: “Su krizi, su döngüsünün bozulmasına neden olan iklim kriziyle birleşerek büyüyor; ancak artan nüfus, aşırı yapılaşma ve yanlış arazi kullanımları gibi etmenler nedeniyle daha da şiddetleniyor. Bu durum, en fazla yoksul ülkeleri, zengin ülkelerin yoksul kesimlerini, kadınları, çocukları ve gelecek nesilleri etkiliyor.

Türkiye’de su havzalarını tehdit eden önemli sorunlardan biri de vahşi madencilik uygulamaları. Antalya Su Havzası’nda yer alan Isparta Sütçülere’e bağlı Çandır’da mermer ocaklarının görünümü ve Karacaören baraj Gölü. Yusuf Yavuz arşivi)
KENTLEŞME VE TARIM, İKLİM VE SU POLİTİKALARIYLA UYUMLU OLMALI
Su krizini çözme konusunda ciddiysek, onu, kıtlık, kirlilik ve iklim değişikliği boyutlarıyla birlikte düşünmemiz gerekiyor: Su kıtlığını ve su kirliliğini azaltmak için suyu her sektörde daha verimli ve döngüsel kullanarak su tasarrufu yapmalı, böylelikle su kaynakları üzerindeki kullanım ve kirletme baskılarını azaltmalıyız. Su ekosistemlerini korumak ve onları gelecek nesillere en iyi biçimde aktarmak, öncelikli hedefimiz olmalı. Su krizini daha da şiddetlendiren iklim kriziyle mücadele için ise sera gazı emisyonlarını durduracak, iklim ve su dostu planlama ile daha yeşil ve daha mavi kentler kuracak politika ve uygulamalar geliştirilmeli. Son olarak, nüfus, kentleşme, sanayi ve tarım politikaları da bu yeni iklim ve su politikalarıyla uyum hale getirilmeli.”